My Woman – Kaybedenler Klübü…

Mavi Gözlüler Aptaldır…

06 Ekim 2011 1 yorum

Mavi Gözler
Mavi Gözlüler Aptaldır

Yıl 1992 idi. Yani neredeyse yirmi yıl önce. Televizyonda, sıklıkla yaptığım gibi yine bir Oprah programı izliyordum.
Ama bu program beni yüreğimden çarpmıştı. Hatta hayatımın önemli dönüm noktalarından biri olduğunu söyleyebilirim.
Şimdi sizinle programın akışını paylaşayım. Hâlâ dün gibi aklımda.
Seyirciler stüdyoya geldiğinde, bekleme salonunda ikiye ayrıldılar. Mavi gözlüler küçük bir salona, kahverengi gözlüler geniş bir salona alındı. Neden iki ayrı salona alındıklarına dair en ufak fikirleri yoktu. Daha fazlasını oku…

Kendini Seviyormusun?… Sevmeyi Öğrenmek Münkün mü?…

Kendini sevmek

Özsevgi, özdeğer, özgüven, özfarkındalık, özsorumluluk…bu tanımların tümü özsaygıyı oluşturuyor. Dikkat edin, hepsi “öz” sözcüğüyle başlıyor. Çünkü bu kavramların hiçbirini başkası size veremez. Hepsi sizin ancak kendi içinizde bulabileceğiniz, gücünü özünüzden aldığınız kavramlar.


Özsaygının oluşması için temelinde gelişmesi gereken ilk şey özsevgidir.
Özsevgi, kendini sevmek, kendine değer vermek, kendini değerli hissetmek, kendini sevmeye ve sevilmeye layık görmek anlamına geliyor.
Sana seni ne kadar sevdiğimi söylersem söyleyeyim, bu sözlerim egonu okşasa da sana özsevgiyi kazandıramaz. Dünya seni sevse, sana hayran olsa bile bu sana özsevgiyi kazandıramaz. Bu dünyada milyonlarca hayranı olan Marilyn Monroe, Michael Jackson gibi isimler sevgisiz bir çocukluk dönemi geçirdiği için değersizlik girdabının içinde dönüp durdular kısacık yaşamlarında.
Dünya onları seviyordu ama onlar kendilerini sevmiyordu.
Sevme yetisini çocukluk döneminde sevilerek kazanırsın.
Sevilerek sevmeyi öğrenmek sadece çocukluk dönemine özgüdür.
Yetişkinlik döneminde ne kadar sevilirsen sevil sevmeyi öğrenemezsin.
Yetişkinlik döneminde sevme yetisini yeniden kazanmanın ilk basamağı kendini sevmeyi öğrenmekten geçiyor. Daha fazlasını oku…

Geleceği hatırlayabilirmisiniz…

İnsanlık

...


Bu dünyada yaşayan yedi milyar insan aynı şeyi istiyor. Sevmeyi sevilmeyi, güveni, mutluluğu, huzuru, sağlığı, değerli olduğunu bilmeyi, dostluğu, neşeyi, kendisine maddi refah getirecek olanakları istiyor hayatında. Ama tüm bunlara sahip insan sayısı yedi milyar içinde kaç kişi? Çok ama çok az.


İNSANLIK RUHSAL KRİZ YAŞIYOR…
İnsanlık Ailesi Neden Bu Durumda?

Kendimizi ve hayatın her alanındaki inançlarımızı derinden sorgulamakta yarar var.
Her birimiz bu gezegende yer kaplıyoruz. Gezegenin havasını, suyunu, yiyeceğini alıyoruz; doğal ürünlerinden yararlanıyoruz; çöpümüzü bırakıyoruz. Doğayı sürekli tüketiyoruz, kirletiyoruz, zarar veriyoruz. Bu gezegende yaşayan her bitki ve hayvan türü bir şekilde ekosisteme hizmet ediyor. Peki, biz insan türü olarak tüm bu aldıklarımıza karşı ne veriyoruz? İnsandan başka hangi canlı karnını doyurmak ve kendisini korumak dışında diğer canlıları da kendi türünü de acımasızca öldürüyor? Başka hangi tür ekosisteme böylesine zarar veriyor? Homosapiens (insan) türü Daha fazlasını oku…

Sağlık…

28 Eylül 2011 Yorum bırakın

gülmek ve sağlık

...

Sağlık: Sık ve çok gülmek;
zeki insanların saygısını ve çocukların sevgisini,
şefkatini kazanmak;
dürüst eleştirilerin takdirine layık olmak ve
yanlış arkadaşların ihanetlerine katlanabilmek;
güzelliği takdir edebilmek,

başkalarındaki “en iyiyi bulabilmek”…


Ralph Waldo Emerson

Hayat…

21 Eylül 2011 Yorum bırakın
Hayat...

Hayat yakasından tutularak ‘Arkadaş, seninleyim, haydi gidelim,’ denmesinden hoşlanır…
____________ Maya Angelou

Hayat denen şey ne ki?…

21 Eylül 2011 Yorum bırakın

Edinburgh George Dundas

Dundas anıtı

HAYAT DENEN ŞEY NE Kİ?…

Edinburgh‘da geçen Ağustos ayının güneşli bir sabahında, George Caddesi’nin doğu ucunda dikilmiş, Dundas‘a ait anıtın bulunduğu St. Andrew Meydanı‘na bakıyordum. Oluklu devasa yapı yeni doğmuş güneşe karşı kapkara bir görüntüyle suluboya rengindeki göğe doğru yükseliyordu. Ben manzaraya dalmış bir haldeyken, en fazla dört yaşında küçük bir kız çiğ tanelerinin hâlâ parladığı çimler üstünde koşmaya başladı. Tek başınaydı, Üstünde pembe bir tişört ve bayaz kot bir pantolon, tıpkı Shirley Temple gibi sapsarı bukleleri vardı. Koskoca sütuna doğru atıldı ve birkaç metre kala durdu. Devasa yükseltiye aşağıdan yukarı doğru bakrken başının aldığı açıdan gözlerini tepedeki kararmış figüre diktiğini anladım. Sırtı bana dönük olduğu için yüzünü göremedim; ama bedeninin duruşundan huşu içinde kaldğı apaçıktı. Tam fotoğraflık bir görüntüydü. Yanımda bir fotoğraf makinesi olmamasına karşın, o gürünt şu anda önümdeki bir perdeye düşmüşçesine zihnimde hâlâ bütün berraklığıyla duruyor. Kız çocuğu...Durum tam bir metafor[¹] da sayılırdı. İnsan hayatının iki uç noktası vardı karşımda. Ta yukarıda çoktan ölmüş, görkemli taşa dönüşmüş ve şimdi çok azımızın adını duyduğu bir adam, Aşağıda ise (ben dahil) hepimiz için adı tamamen meçhul olan, ama kendisi farkında olmasa bile tarihteki en ünlü kadın olma potansiyelini taşıyan ve dünyaya bağlı, yaşayacağı bir sürü şey olan ufacık, canlı bir insan duruyordu. Daha fazlasını oku…

Bilmelisin ki / Can Yücel…

18 Eylül 2011 Yorum bırakın